İLK ÇAĞDA VE ORTA ÇAĞDA YÖNETİM
1.İlk Çağda Yönetim
Bu dönem M.Ö. 3500 de yazının bulunması
ile başlamıştır. Çağın kapanması ise 476 da Batı Roma’nın yıkılması ile
olmuştur. Bazı tarihçilere göre bu dönemin kapanması 375 yılındaki Kavimler
Göçü olarak kabul edilir. Bu dönemde oldukça önemli gelişmeler vardır.
İlk Çağ’da yazı dünyanın büyük bir
bölümüne yayılmıştır. Tüm insanlığı ileriki zamanlarda oldukça etkileyecek
alfabe, para, takvim gibi buluşlar yapılmıştır. Bu çağda ilk defa
imparatorluklar kurulmuş ve büyük devletler ortaya çıkmıştır.
Roma İmparatorluğu ve Çin Hanedanı bu
dönemin en geniş devletleri sayılmaktadır. Bu dönemde kölecilik çok yaygın bir
hale gelmiştir. Tek tanrılı dinler ortaya çıksa bile yaygın olan dinler çok
tanrılı dinlerdi. Ancak Musevilik ve Hıristiyanlık bu çağda ortaya çıkmıştır.
Daniel
A. Wren organizasyon ve yönetim düşüncesinin başlangıcını İlk Çağ’da M.Ö.
5000’li yıllara kadar götürmektedir. Sümerliler o dönemde hem ticari
ilişkilerinde hem de devlet yönetiminde geçerli olan ilkeler ve kayıtlara sahip
bulunmaktaydılar. Sümerliler şehir devletleri şeklinde yönetilmiştir (Ur, Uruk,
Kiş ve Lagaş). Bu şehir devletlerinin başında Patesi adı verilen krallar
bulunurdu. Patesiler devlet yönetiminde hem dini hem siyasi güce sahiplerdi.
Devlet yönetimi sonucunda ugrakini adını verdikleri yazılı kanunları
oluşturdular. Devlet yönetimi çok tanrılı dinlere inanmışlardır.
M.Ö. 4000 – 2000‘li yıllar arasında Mısır
Medeniyetindeki piramitler ilk çağda yönetimden başka bir şey değildi. Bu
piramitlerde sürekli görev yapan çalışanlar ve yöneticiler mevcuttu. Mısırlılar
bugün modern yönetimin önemli bir aracı olan ileriye dönük tahmin ve planlama
konusunda da çalışmalar yapıyorlardı.
İbraniler ve Babiller’in yönetim
alanındaki düşünce ve uygulamaları da önem taşımaktadır. Babiller bugünkü
anlamda sözleşme hukukunun ilk müjdecileri olarak kabul edilirler. Ticari
ilişkilerinde sözleşmenin varlığı dikkat çekmektedir. Babilliler mutlak krallıklar şeklinde
yönetilmiştir. Kralları rahip-kral şeklinde kutsal saymışlardır. Babilliler’in
yönetimi sonucunda Hammurabi kanunları ortaya çıkmıştır.
Yine
ilk çağda Eski Yunan Felsefesi, bugün sadece yönetim alanında değil ekonomi,
sosyoloji, siyaset gibi pek çok sosyal bilim alanında temel olarak kabul
edilir. Sokrates, Eflatun, Aristo gibi düşünürlerin eserleri yönetim
felsefesinin temellerini oluşturur. Bu isimlerin eserleri çalışma ahlakı ve
yönetim ahlakı konusunda ilk eserler olarak kabul edilmektedir. Bu filozoflar
sadece devlet yönetimi ile değil tüm organizasyonlarda yönetim konusunda
ilgilenmişlerdir.
İlk
Çağ Roma İmparatorluğu döneminde organizasyon ve yönetim alanında da gelişmeler
olmuştur. Bu dönemde küçük çapta bazı imalathanelerin bu imalathaneler silah,
çanak, çömlek, tekstil fabrikaların varlığı dikkat çekmiştir.
İlkçağ medeniyetlerinin en
önemlilerinden olan Çin uygarlık ve medeniyeti; Çin Halk Cumhuriyeti’nin
kurulmasına kadar, sülalelerin (Hanedanlık) yönetimde söz sahibi olmasıyla
yönetilmiştir. Hanedanlığın yönetiminde Çin Uygarlığı insanlığın en önemli
keşiflerinden olan, kâğıt, pusula, barut ve matbaayı yönetimin desteğiyle
bulmuşlardır.
Hint Uygarlığı ve Hint Medeniyetinin
temellerinin atıldığı coğrafya (Hint Yarımadası); Hinduizm, Budizm, Jainizm ve
Sihizmin gibi dünyanın en önemli dinlerinin doğum yeridir. Hint Medeniyetinde
yönetim kast sistemine göre düzenlenmiştir. Kast sistemi yönetiminde insanlar
brahmanlar, kshatriyalar, vaişyalar, şudralar şeklinde dört sınıfa ayrılmıştır
ve sınıflar arası geçiş hakkı tanınmamıştır.
İlk Çağ dönemin filozoflarına da ev
sahipliği yapmıştır. Dünya tarihine yön vermiş devletlerde yaşayan bilginler de
bulundukları hayat şartlarına göre birbirlerinden farklı düşünceler üreterek
insanlığa hizmet etmeyi amaçlamışlardır
İlk
Çağ düşünürlerinden Sokrates’ in ideal devlet yönetim felsefesinin özünü
“İnsanların koyduğu kanunlara, tanrıların kanunlarından daha çok değer vermek “
oluşturmaktadır. Sokrates Grek devletleri döneminde yaşamıştır. Bu dönemde
kendisini tanrılaştıran krallar insanları yönetmiştir. Sokrates devlet
yönetiminde insanların koyduğu kanunların etkili olması gerektiğini
savunmuştur.
Eflatun’a göre devlet içerisinde meydana
gelen bozulmalarının kaynağı soysuzlaşmadır. Eflatun aristokrasiyi yani
seçkinler zümresinin toplumu yönetmesi gerektiğini savunur. Eflatun’un ideal
devlet düzeninde üç sınıf vardır. Bunlar: İşçi çiftçi, ve sanatkarların
oluşturduğu sınıf, askerlerin oluşturduğu sınıf, en üst mevki idarecilerin
oluşturduğu sınıftır. Bu sınıflar arasındaki geçiş de belirli şartlara
sahiptir.
Aristo’nun köleliği savunan bir
felsefesi vardır. Ona göre kölelik normal bir durumdur. Aristo kölelerin insan
ve hayvan arasındaki bir mal olarak görülmesini savunarak diğer felsefecilerden
ayrılır. Aristo’ya göre üç tür
iyi devlet yönetim şekli vardır. Bunlar; tek kişinin yönetimi monarşi, erdemli
azınlığın yönetimi aristokrasi, çoğunluğun yönetime hâkim olduğu politeia. Aristo’nun
adaletinde eşitlik yoktur, çünkü insanlar toplumda eşit değildir. Bu durum
yönetimleri de etkilemektedir.
2.Orta
Çağda Yönetim
Orta Çağ Batı Roma
İmparatorluğu’nun yıkıldığı 476'da başlar, Bizans'ın yıkıldığı 1453'te sona
erer. Orta çağ yönetiminde Batı
uygarlığı gerilemeye başlamış, Avrupa barbar kavimlerin istilasına uğramıştır.
Orta Çağ’da batı uygarlıklarında yönetim parlak değilken doğu uygarlıkları
yönetim konusunda en parlak dönemini
yaşamıştır
Orta Çağ kavramı tarihte ilk defa Rönesans
düşünürleri tarafından geliştirildi. Bunlar kendi dönemlerini, Roma
İmparatorluğunda yaşanan parlaklık ve "yeniden doğuş" dönemleri
arasında bir geçiş dönemi olarak görmektedirler. Roma'da yaşanan uygarlığın
kendi dönemlerinde yeniden canlandığını görüyorlardı. Roma İmparatorluğu ile,
kendi dönemlerine kadar geçen karanlık dönem için bu tabiri kullandılar.
Orta Çağ içerisinde de organizasyonlar
ve yönetim felsefesi alanında önemli gelişmeler yaşandığı görülebilir. Orta
Çağ’da gerek doğuda gerekse batıda gelişmeler organizasyon ve yönetim
kademesinde hem yapısal değişmeleri hızlandırmış ve zaman içerisinde
değişikliklere neden olmuştur.
Orta Çağ’da Avrupa’da barbar kralların
yönettiği, halkın devlete sadakatinin söz konusu olmadığı bir toplum yapısı ve
zamanla azalan etkisine rağmen temel güç ve düzen kaynağının kilise olduğu bir
ortam bulunuyordu.
Orta Çağ’da Avrupa Feodalite ile
yönetilmekteydi. Feodalite, Orta Çağ Avrupa tarihinde görülen siyasi bir
yönetim biçiminin adıdır .Feodalite, Hun Türklerinin 375 tarihinde başlattığı
kavimler göçünden sonra ortaya çıkmıştır. Hunların önünden kaçan barbar
kavimler, Roma İmparatorluğunun 395 tarihinde doğu ve batı olarak ikiye
ayrılmasına sebep oldu. Batı
Roma bu kavimler göçünün sonucunda yıkıldı. Batı Roma topraklarında kurulan
barbar krallıkları sosyal düzeni sağlayamadılar. Halkın mal ve can güvenliğini
sağlayamadılar. Bu ortamda halk mal ve canını korumak için yerel güçlerin
etraflarında toplanmaya başladı. Bu yerel güçlere Senyör denilirdi. IX. yüzyılın
ikinci yarısından itibaren Avrupa’da Macarlar ve Normanların saldırılarına
karşı Senyörler hırıstiyanlığın koruyucusu olarak ortaya çıktılar. Kilisenin
desteğini kazandılar. Feodalitede, koruma altına girene “Vasal” korumayı kabul
eden Senyöre “Süzeren” denirdi. Vasal ve Süzeren ilişkisi İncil üzerine yemin
edilerek kurulurdu. Senyörler etrafı sağlam surlarla çevrili Şatolarda
otururlardı. Krallar top icat edilene kadar şatoları ele geçiremedikleri için
Feodaliteye son veremediler. Orta Çağ Feodalite yönetiminde halk sınıflara
ayrılmıştır. Bunlar; asiller, rahipler, burjuvalar, kölelerdir. Bu yönetim
şekliyle sosyal sınıflar arasında eşitlik yoktur.
Orta çağda batıda düşünce özgürlüğü diye
bir şey yoktu, insanların hayatlarına kilise ve din adamları hüküm sürmekteydi.
Kilise baskısı en ciddi seviyelerde uygulanmış, ilerici ve yenilikçi en ufak
bir fikir ise bastırılmış ve/veya cezalandırılmıştı. Bu yüzden de yönetimde
ilerleme pek olmamıştır.
Batı Avrupa Orta Çağ’ın ilk dönemlerinde
gelişmişlik açısından Bizans ve İslam dünyası ile rekabet edebilecek durumda değildi.
Siyasal kültürün Ortodoks Hıristiyanlık ve Yunan-Roma gelenekleri etrafında
şekillendiği ve Konstantinopolis’i Hıristiyanlığın yeni başkenti olarak gören
Bizans, kendini İslam halifeliğiyle birlikte dünyanın iki büyük gücünden biri
olarak tanımlıyordu. Genel anlamda din Bizans’taki sivil, askeri, siyasal ve
yönetimsel yaşama hâkim olan temel olguydu. Savaş ve diplomasi de din eksenli
yürütülüyordu.
Orta Çağ’da doğuda egemenlik yönetimsel
alanda geniş bir coğrafyaya yayılmasından dolayı İslam dünyasındaydı. Yalnız
çoğrafi açıdan değil entelektüel ve her türlü alanda doğu, batıya göre ileri
seviyedeydi. Orta Çağ’da doğu, batıyla benzer şekilde din eksenli
yönetilmekteydi. Bu dönemde İslam medeniyeti geniş bir coğrafyaya yayılmasının
yanı sıra, entelektüel açıdan da insanlığa önemli katkılar yapmıştır. İbn-i
Sina (Avicenna), İbn-i Rüşd (Averroes), İbn-i Tufeyl (Abentofail) gibi bilim
adamlarının bu dönemdeki önemli çalışmalarının Orta Çağ Avrupası’nın bilimsel
uyanışına yaptıkları katkılar, kuşkusuz daha kapsamlı çalışmaların konusu
olmuştur.
KAYNAKÇA
1-
ÇOŞKUN A. Değişim Çağında Yönetim,
İstanbul: Sistem Yayıncılık, 2004
2-
ÇOŞKUN A. Değişim ve Yeni Global
Yönetim, İstanbul: MESS Yayınları, 1999.
3-
TEKİN S. ve SİPAHİ E. Kent,
Yönetim, Siyaset, ve Düşünce Ortamında Orta Çağ Avrupasına İlişkin Genel Bir
Değerlendirme, Tarih Okulu Dergisi, ss. 189- 219, 2014.
4- AKBİLMEZ
A. Orta Çağ Avrupa Tarihi
5- Parodram.blogspot.com.tr/2017/02/ilkçag-bilginlerine-gore-en-iyi-devlet.html
3yc
YanıtlaSil