Sayfalar

21 Kasım 2017 Salı

Feodalite Nedir? Ortaya Çıkışı ve Yıkılışı

Feodalite nedir - Feodalitenin Ortaya Çıkışı ve Yıkılışı
                        Ortaçağ ve Atilla Hun Devleti
         Sanayi Devriminin Osmanlı Devletine Etkisi
                                                                                 

Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra barbar kavimler, Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde devletler kurdular. Krallar, Roma kanunları ile kendi geleneklerini birleştirerek yeni düzenlemeler yaptılar ve ülkelerini kontluklara, onları da daha küçük idari birimlere ayırdılar. Buralara barbar şeflerini atayarak bazı ayrıcalıklar verdiler.
Kavimler Göçü’yle başlayan karışıklıkların etkisiyle büyük toprak sahipleri ve çiftçiler, hayatlarını devam ettirebilmek için güçlü kişilerin koruması altına girdiler. Halkın himayesi altına girdiği kişilere süzeren, himaye edilen halka da vassal adı verildi. Senyörler, bağlılıkları karşılığında sahip oldukları toprağın işleme hakkını kira karşılığında verdiler.
Feodalitenin temel özelliği siyasi bölünmüşlük ve sosyal eşitsizliktir. Senyörler, topraklarında yaşayan insanların üzerinde mutlak haklara sahiptirler. Her senyör, ayrı bir silahlı güce sahiptir ve her senyörün bölgesinde ayrı kurallar geçerlidir.
Feodalite, bütün Ortaçağ boyunca devam etti. 15. yüzyılda; barutun ateşli silahlarda kullanılmasıyla sona erdi. Feodalitenin yıkılması, mutlak krallıkların güçlenmesini sağladı. Yeniçağ başında Almanya dışında feodalite yıkıldı. Almanya’da ise Yakınçağ’da ortadan kalktı. Feodalite devam ettiği süre içerisinde Avrupa’da sosyal adalet kurulmamış, bu nedenle halk, çeşitli sınıflara ayrılmıştır: Bunlar asiller, rahipler, burjuvalar, köylülerdir. 

Feodalite
Siyasal ve askeri gücü elinde bulunduran, toprağın mülkiyetine veya imtiyazına sahip olan bir senyörler (derebeyler) sınıfı ile bu sınıfa bağımlı köleler sınıfının oluşturduğu idari düzene feodalite denir.
      Feodalite rejimin kurulmasından sonra Avrupa’da siyasal birlik bozulmuş, küçük yönetim birimleri ortaya çıkmıştır. Derebeylik yönetimi, IX. yüzyılda Fransa’dan bütün Avrupa’ya yayılmış ve bütün Orta Çağ boyunca devam etmiştir.
      Feodalite rejiminde, halk arasında eşitlik yoktu. Avrupa’da halk; soylular, rahipler, burjuvalar ve köylüler diye sınıflara ayrılmıştır. Bu nedenle Orta Çağ’da Avrupa’da sosyal adalet sağlanamamıştır.
      Toprakların mülkiyeti soyluların elinde toplanmıştır. Orta Çağ’da kapalı bir ekonomik politika izlendiği için halk sermaye birikimine sahip olamamıştır.

      Ortaya Çıkışı

       Fetihler boyunca Roma İmparatorluğu yeni vergi kaynakları yaratıyor ve savaşlardan gelen yağma gelirleriyle besleniyordu. Ancak, fetihlerin durması ve savaşların kısır savunma savaşlarına dönmesinin ardından Roma maliyesi zor duruma düştü. Bunu dengelemek amacıyla, vergilerin artırılması yoluna gidilmiştir. Vergilerin artırılması köylüyü zor durumda bırakıp alım gücünü azalttığı gibi, köyden kente göçü de tetiklemiştir. Bu durum ilk etkilerini ticaret üzerinde göstermiştir. Köylünün alım gücünün azalması köy-kent ticaretini zayıflatmış, kentli zanaatkârlar pazar bulmakta zorlandıklarından iflasa sürüklenmiş, kentle ticaret yapamayanlar zor duruma düşmüştür. Bu, Roma dönemindeki ekonomik düzeni yok edecek bir kısır döngüdür.
Buna ek olarak, kent-köy ticaretinin azalması, latifundiaları (köle emeği kullanan işletmeler) kendi ihtiyaçlarını karşılamaya itti. Daha önce kentten aldıkları malları, aynı kalitede olmasa bile, üretmeye başladılar. Bu durum, pazara dönük üretimi durdurduğu gibi ekonomik bütünlüğü yok ederek yerelliğe yol açtı.
Feodal düzenin siyasi yapısı bir piramit gibidir. En üstte kral (veya imparator), altında ise kendisine bağlı soylular bulunur. Bu soyluların altında daha başka soylular olur. Bu hiyerarşik düzenin en alt ve en geniş tabakasını serfler oluşturur.
Piramidin en tepesinde otursa da kralın mutlak egemenliği yoktur. Feodal düzende kralın yetkisi çok sınırlıdır. Bu sınırlamanın başlıca nedeni, idarenin tek merkezden (kralın sarayından) yapılmamasıdır. Temel üretim aracı olan toprak, birçok feodal bey arasında paylaştırılmıştır. Ekonomik gücü ellerinde bulunduran ve kralın rakiplerine karşı tek dayanağı olan feodal beyler, kendi iradelerini krala, gerekirse zor kullanarak kabul ettirecek güce sahiptir. Bunun en tipik örneği, 1215′te İngiliz feodalitesinin kral Yurtsuz John’a kabul ettirdiği Magna Carta’dır. 

Yıkılışı

Feodalizm, Avrupa’daki ekonomik dengelerin değişmesiyle yıkılmıştır. Avrupa’da 10. yüzyıl sonrasında yavaş yavaş güçlenmekte olan ticaret, feodal düzeni kıracak dinamik olmuştur. Buna rağmen feodalizmin fiilen ortadan kalkması uzun zaman almış, son kalıntıları ancak Sanayi Devrimi ile yok olmuştur.
Feodal beylerin ekonomik güç üzerindeki hâkimiyeti kalkınca, krallar feodal beyler karşısında güçlü duruma geçti. Artık Avrupalı krallar, ticaret vergileri ile merkeze bağlı bir ordu kurabilecek ve feodal beyleri daha sıkı denetleyebilecekti. Fakat feodal beylerin şatolarının alınması imkânsız yerler olarak kalması kralların mutlakiyetçi yönetimi kurmasını geçici olarak engellemiştir.
Mutlak krallıkların ortaya çıkması ancak ateşli silahların savaş alanlarında kullanılmasından sonra olacaktır. İlk kez 1389 Kosova Savaşı’nda kullanılan topun kaleleri ele geçirmek için mükemmel bir silah olduğu İstanbul’un fethinin ardından anlaşıldı. Top sayesinde kalelerin arkasında saklanma avantajını yitiren feodal beyler krala bağlanmak zorunda kaldı. Böylece feodalite siyasi örgütlenmedeki yerini güçlü ve mutlakiyetçi monarşilere bıraktı.
  

       Barbarlar, Germenler, Hunlar
       Eski Yunanlılar Helen olmayan bütün halkalara “Barbaros” derdi. Bu kelime başlangıçta Romalıları da kapsardı. Roma döneminde Romalılar da Roma-Yunan etkisi dışındaki halklara “barbar” demeye başladı. Arkeolojik bulgular Avrupalı “barbar” halkların MÖ 1000 yıllarında tarih sahnesine çıktığını göstermektedir. Bunlardan Keltler, Germenler ve İskitler, Antik Çağ yazarları tarafından en fazla dile getirilenlerdir. Keltler uzunca bir dönem Avrupa siyasi hayatını ve kültürünü etkilemiş çeşitli kabilelerden oluşan bir topluluktu. Ama hiç bir zaman bir imparatorluk veya konfederasyon olarak ortaya çıkmamışlardır. Avrupa’nın bildiği en önemli ve etkili diğer “barbar” halk İskitlerdir. Romalıları en fazla uğraştıran, yıkılmasında da fiili olarak rol oynayanlar ise Germenlerdir. Kavimler Göçü sırasında Germenlerle birlikte ismi duyulan diğer “barbar” halk Hunlardır. Hunların Çin tarihinde Hiung-nu olarak geçen kavmin, Batıya göç eden kolu olduğu genel olarak kabul gören bir iddiadır.
       Atilla döneminde Roma ile çok kez münakaşaya girilmiştir. Romanın yıkılmasında Atilla’nın payı fazladır. Batı Hum İmparatoru Atilla örgütlenme ve yönetim ilkelerinin  günümüz örgütlerinde rekabet edebilme yeteneğini arttırmanın yanı sıra iş hayatında kayıpların zararını en aza indirgemeyi sağlayabileceği düşünülmektedir. Atilla’nın ilkeleri ise şunlardır. Ortak hedef, merkezi yönetim, liderlik, disiplin, sürekli iyileştirme, örgütsel bağlılık, sadakat, iş birliği, olmak üzere sekiz adettir.
              Atilla birçok yönetici ve yönetim teorisyenleri tarafından fikirleri ve ilkeleri aktarılmak üzere kullanılan metaforik bir figür olmuştur. Atilla’ya göre lider olunmaz lider doğulur ancak herkes lider olmak istemez. Önemli olan doğru insanın lider pozisyonlarında bulunması ve sahip olduğu istekliliktir. Atilla’nın liderlik anlayışı hizmetkar liderlik ile özdeşleşmektedir. Hizmetkar liderler gücü ve otoritesi temelinde liderlik etmek yerine takipçilerinin ihtiyaçlarını karşılama ve onlara hizmet etme arzusuna sahiptir. Kişisel çıkarları yerine takipçilerinin ihtiyaçlarını gözetleme, iyileştirmeye ve geliştirmeye, empati kurabilmeye, dinleme ve algılamaya, ortak paydada birleştirmeye ve ikna edebilmeye odaklanırlar.
       Atilla’ya göre örgüt kültürünü lider belirler. Lider kendi benimsemediği hiçbir felsefeyi takipçilerine benimsetmez. Lider hedeflenen felsefenin örgütün her bir üyesi tarafından kabul edildiğinden ve benimsendiğinden emin olma sorumluluğuna sahiptir. Bu açıdan Atilla, lideri olduğu gruba üst yönetimin desteği ilkesini esas alarak önderlik etmeyi vurgular. Üst yönetimin desteğini gören takipçiler sorumluluklarını yerine getirme ve kararlara katılmada daha başarılıdır.  

      Sanayi Devriminin Osmanlı Devletine Etkileri
      Sanayi devrimini yapabilmek için sömürgeye ihtiyaç olduğunu hepimiz biliriz. Osmanlı zaten sömürgeye karşı gelmiş ve Avrupa devletleri yanında güç kaybetmiştir. Zaten Osmanlı'nın yıkılış sebebi de yine sömürgecilik değil miydi?
Yani Osmanlı sömürgeye karşı bir devlet olduğu için, Sanayi devriminin temeli olan sömürgeyi kabul etmediği için Sanayi devrimini gerçekleştirememiştir.
       Sanayi İnkılabı, buhar gücünün bulunması ,bu gücün üretimde kullanılmaya başlanması sonucunda ortaya çıkan üretimin basit el aletleri ile pahalıya ve yavaş yapılması uygulamasının terk edilmesi, üretimin fabrikalarda hızlı ve ucuza gerçekleştirilmesi olayıdır.
       Osmanlı Devleti Batılılar için önemli bir Pazar niteliği taşımıştır. Osmanlı Devleti’nin Sanayii İnkılabı’ndan olumsuz yönde etkilenmemek için alması gereken önlem yüksek gümrük uygulayarak Avrupa mallarına karşı yerli sanayisini korumak ve sanayiini çağdaş teknolojiyle güçlendirerek, Batı malları ile rekabet edebilecek duruma getirmektir. Ancak bunların hiçbiri yapılmadığı için Osmanlı Devleti, Sanayii İnkılabı’ndan olumsuz yönde etkilenmiştir.
       Mal üretimi çoğaldıktan sonra,artık kapitülasyonların tanıdığı ayrıcalıkları da yeterli görmeyen Batılılar,Osmanlı Devleti’nin uyguladığı ticaret yasaklarından,tekel uygulamalarından şikayetçi olmaya başlamışlardır.İngilizler,Mısı r valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşanın çıkarttığı isyan ortamından faydalanarak,1838 Ticaret Antlaşmasıyla bu şikayetlerden kurtulma imkanını elde etmiş,bunu diğer büyük Batılı devletler izlemiş ve ülke adeta bir yarı sömürge ağı içine düşmüştür.Avrupa malı ucuz ve bol miktarda Osmanlı pazarına girerken,Osmanlı ülkesindeki hammadde daha ucuza yurt dışına çıkarılmış,bu da yerli sanayiinin gelişmesini engellemiştir.
       Osmanlı Devleti’nin savaşlar yüzünden mali durumunun bozulması ve izlediği yanlış ekonomik politika, Onu Batılı devletlerden borç almaya zorlamıştır. Alınan borçlar yerinde kullanılmadığı için, devlet bu paraların faizlerini bile ödeyememiş ve iflas ettiğini açıklamıştır. Batılıların, Osman lı Devleti’nden alacaklarını tahsil etmek gayesiyle 1881’de kurulan Duyun-u Umumiye Teşkilatı, devletin gelirlerinin önemli bir bölümünü el koydurmuştur. Bu da Osmanlı Devleti’nin mali bağımsızlığını yitirmesine neden olmuştur. Osmanlı Devleti’nin bu şekilde borçlanması yabancı müteşebbise yaramış, Türk müteşebbisler ya tamamen ortadan silinmiş, ya da yabancılarla anlaşarak çalışmalarına devam etmek zorunda kalmışlardır. Bunun sonucunda demiryolu, limanlar, elektrik- havagazı, su ve maden ocakları hep Avrupalı işletmeciler tarafından işletilmiştir. Amacı kar etmek olan bu şirketler, milli kaynakları rasyonel olmayan bir şekilde kullanarak zenginleşirken, ülke kaynaklarını kurutmuşlardır.













KAYNAKÇA
1-      KAHYAOĞLU D. “Uygarlıklar Tarihi” Ortaçağ Avrupası Feodalizm, 2014
2-      ÖZCAN H. “Feodalite Nedir”, Arşiv Belge
3-      KESKİN H., AKGÜN A., KOÇOĞKU İ. “Örgüt Teorisi” 2016
5-      http://osmanlida-sanayi-neden-gelismedi.nedir.org/






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder